MARİNEROS SEYİR DEFTERİ 1 (Darıca-Ayvalık-Dikili)

Ön Açıklama: Burada yazdıklarım ve resimler 2016 yazında üç tekneyle yaptığımız seyir sırasında, facebook'taki paylaşımlarımdan derlenmiştir. "Marineros" adı ise Darıca'daki denizci dostlarımızla kurduğumuz Whatsapp grubunun isminden gelmektedir.

Olaya Karışan Marineros Tayfası:

Şeyda Teknesi Mürettabatı:
Erol Abi: "Şeyda" Teknesi'nin kaptanı. Neşeli, keyifli, gözü kara bir deniz kurdu.
Nurten Hanım: "Şeyda" Teknesi'nin kaptaniçesi. Eşi gibi neşeli ama daha ciddi. Bir de iyi aşçı.
Şeyda: Teknesinin birinci kaptanicesi. Genç, zeki, neşeli ama o bir Marineros Keçisi.
Med-Ocean Teknesi Mürettabatı:
Enes: Girişimci, çözüm uzmanı, deniz aşığı ama denize az açılan, yelken seven ama tatile gitmeyecekse yelken açmayan bir kaptan.
Medine: Med-Ocean Teknesi'nin birinci kaptaniçesi. Sakin ve dingin bir uyum uzmanı. İyi aşçı.
Merve: İkinci kaptaniçe. Dümen tutmayı tekneme bodoslama yanaşma denemeliryle öğrenmiş ve ustalaşmış bir denizci. Genç, dinamik, zeki ama o da sonuçta bir Marineros Keçisi.
Okyanus (böcüğü) : Mürettabatın en küçüğü. Su piresi. Bumba kurdu. Neşe kaynağı.
Deniz-Y Teknesi Mürettabatı:
Deniz: Teknenin birinci kaptaniçesi. Arabulucu ve uyum uzmanı. Benden başka hiç bir şeyden şikayetçi olmayan bir Deniz kızı. O da iyi bir aşçı.
Doğaç: Akıllı telefon oyunlarının kralı. Kaptan, dalgıç ve yediğim her yemeğe kızan bir tıpçı. Ada tırmanışçılarının elebaşısı olan Marineros Keçisi.
Ben: Bütün bunları yaşayan ve yazan kişi işte; daha ne diyeyim?

Olayın Başlangıcı:
    Sonunda poyraz yüzünden ertelenen ve yaşanan olaylar nedeniyle Midilli’den Ayvalık'a dönen rotamızda seyrimiz başladı. Ancak poyraz 7 bafora çıkınca, bugün Sivriada’dan çıkamadık. Yarın hava biraz kalacak gibi görünüyor. A planımız Sivriada’dan direk Marmara Adası. B planımız Sivriada’dan Marmara Erğlisi. 10-11 saatlik bir yolumuz var.Hertürlü biraz poyraz yiyeceğiz. Aşağıdaki bilgileri kendi güvenliğimiz için ( yani yusuf için :) ) paylaşıyorum.
marinetraffic.com sitesinden arayarak rotamızı ve en son sinyal gönderdiğimiz kordinatı görebilirsiniz.
Tekne Adı: Med-Ocean
MMSI NO: 912710953
Tekne Adı: Deniz-Y
MMSI NO: 912710958
Tekne Adı: SEYDA
MMSI NO: 912711002
NOT: Bu gönderi beğeni ya da paylaşım için değildir. Sadece yusuflar istedi diye yazdım :)


MARİNEROS SEYİR DEFTERİ 2

    Sivriada’da bir günlük poyraz molası sırasında, bütün gün ve bütün gece hava tahminlerini alabilmek için çekmeyen interineti tırmalayıp, sabaha kadar Windguru telze ve Posseidon amcaya, Cumartesi günü ta az üflesin diye, salya sümük, yalvar yakar olunca azcık insafa geldiler. Sabah 04:30’da palamarları çözdük. Telsizde A planı mı, B planı mı tartışmalarıyla,Büyükçekmece açıklarına kadar geldik. Bir de baksak ki, Posseidon amca bize şirin şirin gülümseyerek, Marmara’nın güneyinde bize 3-4 baforluk bir hava veriyor. Hemen A planımız devreye girdi. Ancak Marmara’nın ortalarında 3-4 saat telefon ve internet bağlantısı bulamadık. Sadece telsiz iletişimimiz ve gps ile Marmara Adası’nı bulduk. Ancak Ada’nın güneyi süt liman olacak ve yüzme molası vereceğiz diye hayaller kurarkene, 30 knot rüzgarla karşılaşıp, kendimizi Çınarlı limanına zor attık.
Te işte aşağıdaki yer :)
Pazar 04:00 hareket, 12-13 saat yol, Yeniköy Barınağı'na varma umudu…


 

















MARİNEROS SEYİR DEFTERİ 3
    Pazar sabahı saat 4:00. Herkes ayakta. İlk kahveler içildi, yola çıkılacak ve günün ilk tersliği...Benim motor çalışmamaya karar vermiş. Kocaman bir tornavidayla böğrüne dalıp kararından vazgeçirttikten sonra saat beşe doğru Çınarlı limanından çıktık ki ne görsek? Arkamızda bıraktığımız Marmara Adası’nın tepesinden kapkara bulutlar peşimize takılmış. Rüzgar yok ama Marmara’nın akşamdan kalma iri dalgaları arkadan bindirmekteyken, seyir klasiği haline gelen telsizde durum “istişareleri” başladı ki, küt ikinci terslik. Telsizimin şarz jakı çalışmadığı için bağlantı gitti. O dalgada ve sabahın alaca karanlığında suçlu jakı cart diye kopartıp, başka bir cihazın suçsuz jakını da kurban edip, yaptığım transplantasyon operasyonum yarım saatimi aldı.
     Limandaki hesap denize uymadığı için, Çanakkale Boğazı'na girişimiz 7-8 saati buldu. Çanakkale Boğazı'na girince artan rüzgar yüzünden tekneler bizden çok rüzgarı dinlemeye başladı. Boğaza girince hangi yaka sakinse oradan gideriz diye, kaba dalgalardan kurtuluruz umudumuz 30 knotu bulan rüzgarla uçtu gitti. 3 kez Anadolu-Avrupa yakası arasında gidip gelince anladık ki, bu rüzgar ve dalgaların derdi biziz. Demek ki bizde bir şey var. Ve küüt günün son tersliği; o havada 50 metre önümde giden Med-Ocean'ın motoru devirden düşünce, önüne geçme, halat atma, yedekte gemi trafiğinden çıkıp, kıyıya kaçma gibi tatlı bir mücadeleden sonra, korkulan olmadı, basit bir yakıt tıkanıklığı olduğu anlaşınca yola devam diyerek, Can simidi niyetine Çanakkale Marina'ya sağındık. Herkes sıcak bir duş aldı. Medeniyet nede olsa... Bir de yemek… Sonrasını kimse hatırlamıyor, herkes uyuyup kalmış. Sabah ponton üstü keyif kahvaltısı, çarşı pazar gezmeleri ( ben hariç). Derken Pazartesi de 7 bafor hava yüzünden marinada geçti. Yarın da hava sert gösteriyor. Plan ilk fırsatta Yeniköy'e kaçamak.





MARINEROS SEYİR DEFTERİ 4

Bugün 9 Ağustos, Salı. Halâ Çanakkale Marina'dayız. Windguru teyzeyle Posseidon amca halâ yüz vermiyor. Marina içinde abordada bile sallanmaktan hacıyatmaza döndük. Bayanlar günde iki tur çarşı gezmesinde. Ne bitmez çarşısı varmış bu Çanakkale’nin arkadaş?… Biz de motorların yağ, su bakımını yaptık. Ben can sıkıntısından motorumda arıza arıyorum. Erol Abi’nin teknesi 2600 devirde biraz hararet yapmıştı. Termostatını söküp haddini bildirdik. Şimdi de kendi hararetimizi söndürmek için likit takviyesi yapıyoruz. Yarın hava kalacak gibi gösteriyor. A planı; tırsarsak Yeniköy, B planı; “yürü be kim tutar seni” diyerek Cunda.





MARİNEROS SEYİR DEFTERİ 5
Bugün 10 Ağustos, Çarşamba. Aslında hava çok kalmasa da, iki gün marinada bağlı kalmak herkesi sıktı. Ya da gezecek çarşı-pazar bitti. Sabah 6’da palamarları çözdük. Rüzgar eh işte, akıntı güçlü. Kaptırdık, coşarak gidiyorken, ortalama 6 knot olan hızımız 11 knotu bile geçiyorkene, arkamızdan gelen densiz geminin biri kalın düdüğüyle sayıp, sövmeye başlayınca, ben de kibar ve nazik düdüğümle ama angajman kuralları gereği, misliyle karşılık verdim. Utandı, anlamazdan geldi. Boğaz’ın sonuna geldik. Hiç bir Türk denizcisi Çanakkale’yi geçtik demez, “Abide'yi selmladık” der. Biz de iki mil sancağımızdaki Abide'yi selamlayarak Ege'ye açıldık. Güneye doğru inmeye başlar başlamaz dalgalar ve poyraz yine izimizi buldu. Yine de Babakale'ye kadar akar gideriz diyorduk ama bir ara, dalga çukurlarrına girip, diğer tekneleri göremez olunca, birden Yeniköy Barınağı'nın ne kadar şirin bir yer olduğunu farkettik. Barınağa girince “Cin Balıkçı” Hasan Amca ve oğlu hemen bizi himayesine alıp, teknelerimizi yanına, yöresine bağladı. Sonra da bu havada açıldığımız için ufak bir fırça yedik. İçinde yaşadığı emektarında çay sohbetinden sonra, plaj tarafına geçtik. Su çivi gibi olunca, günün çoğunu kıyıdaki tek tesis olan salaş balıkçı lokantası, köy kahvesi benzeri bir yerde geçirdik. Bir boru ve bir vana şeklinde tasarlanmış, lüks bir açık hava duşu bile var. Marinada sallanıp durmaktansa, bu doğal insanların arasında olmaktan bizim Marineros halkı mutlu. Sabah 5’te yine hareket. Ama bu kez rota ne yöne söylemeyeceğim. Poyraz Face’i takip ediyor olabilir.






MARİNEROS SEYİR DEFTERİ 6
11 Ağustos, Perşembe. Sabah 6’da Yeniköy Barınağı'ndan çıktık. Poyraz izimizi kaybetmiş görünüyordu. Babakale'ye kadar 7-8 saat deniz palpaydı. Ayna gibi suda, rapalalar hazırlandı, dümen suyuna salındı. Ne balık var, ne rüzgar, ne de dalga. Canımız sıkıldı. Kendimizi yalnız hissetmeye başladık. Gözlerimiz poyrazımızı arar oldu. Küstü mü ne? Babakale Burnu’nu döndükten sonra, tekneleri durdurup kendimizi denize attık. Behramkale, Midilli Boğazı bekendiği gibi çalkntılıydı. Müsellim Kaylıkları’nın kuzuyinden geçip, yolu kısaltmak için direk Midilli'nin burnuna yönelince, beklenen heyecan Yunan Sahil Güvenlik hücumbottu şeklinde ayağımıza geldi. Şu yusuflar ne değişik kılıkta karşımıza çıkıyor arkadaş. Ama adamlar çok saygılılar. Üç asker saygısından güvertye çıkıp, nereye gittiğimizi ve bikaç soru sorup, bize “Have a nice trip” dediler. Yani Allah’a emanet olun demek istediler. Onlar gözden kayboluca, biz yine burnumuzun dikine gitmeye başladık. İki mil gitmeden bu kez daha küçük bir tekneyle Nato'nun Sahil Güvenliği iyice yaklaşıp etrafımızda dönmeye başladı. "Biz nelerini gördük be, küçücük bir zodyak bozmasından mı korkacağız" der gibi bizde onları seyrettik. Bir de soğuklar, hiç diğerleri gibi yanımıza gelip, konuşmaya bile tenezzül etmediler. Yalnızca uzaktan fotoğraflarımızı çekttiler. Ben de hemen misliyle karşılık verme kuralı gereği onların fotolarını çektim. Baş edemeyeceklerini anlayınca çekip gittiler. Enes Telefonda Cunda Balıkçı Barınağı'nda üç teknelik yer olmadığını öğrense de, koparatif başkanını önceden tanıdığı için ve yüksek ikna kabiliyeti sayesinde yer sorununu çözdü. Chatplotter ve Navionics'ten baka baka sığılık ve kayalıkları geçip Cunda'ya girdik. Meğerse Başkan’nın bize ayırdığı yer, koca yolcu motorlarının yanaştığı yermiş. Haliyle tonoz da olmadığı için, çapa atarak, iki yolcu motorunun arasına kıçtan kara olduk. “Ohh”un O’su bile ağzımızdan çıkmadan, dev gibi (bize göre) bir yolcu motoru burnunu aramıza sokmaz mı?!!! Hemen Doğaç’la ben tekneye atlayıp, koca motoru itmeye çalıştık.Biz iki demir yığını arasında pestile dönmemek için yırtınırken, tepemize çıkan motorun balık istifi yolcuları, kaşarlı tost kıvamındaki bizi izliyordu. Böylece Ayvalık tostunu nasıl icat ettiklerini yaparak ve yaşayarak bize öğrettiler. Deniz’le Nurten Hanım Ayvalık'ta oturan 17 yıldır görmediğimiz öğretmen arkadaşımız Seval’i ziyarete gittiler. Biz de Erol Abi ile çay parkına sıfır teknemizin havuzluğunda olurduk. Gece yan masadan gönderilen kahkaha ikramları dışında bir sorun yoktu. Sadece sarhoşun biri gecenin bir yarısında teknemin bordosunu tuvalet sandı. Sabah hareket, Bademli istikamet.









MARİNEROS SEYİR DEFTERİ 7

     12 Ağustos, Cuma. Mazot, su, buz ve diğer erzak takviyesinin ardından Cunda'dan ayrıldık. Posseidon ve Windguru 3 gün boyunca bize bol miktarda poyraz sunduğu için, Ayvalık adalarını tek tek keşfetme planımızdan vazgeçtik. Zaten oraları keşfedilmiştir. Rotamızı Bademli’ye çizip yola çıktık. Raporlara göre rüzgar saat 6’dan sonra başlayacaktı. Artık olaysız sakin “slow motion” tatil başladı modunda Bademli’ye süzülürken, ilk hareket Türk Sahil Güvenlik hücumbottu ile başladı. Hızla yanımıza gelip ana kucağına alır gibi, bordo bordaya sarmaş dolaş olduk. Heybeliada Çam Liman’ından beri özleşmişiz. Bütün kontrollerden sonra, yalnızca bayraklarımızın eski olduğunu söylediler. İyi dilek ve bir daha görüşmeme temennilerimizle, toplantı sona erdi. Kuzey geçidinden geçip, Kalem Adası-Ilıca arasında, Gezgin korsan grubundan bir arkadaşın önerdiği bir koya çapa atarak, bir zeytin ağacına kıçtan kara bağlandık. Tabi ki ilk iş akvaryum gibi suya dalmak, ikinci iş de bir ahtapotu akşam yemeğine davet etmek. Biraz dinlendikten sonra, Çanakkale'den beri sunni solunumla idare ettirdiğim akülerimi Dikili’ye defnetmeye karar verdim. Erol Abi’nin yakın arkadaşı, bizim de mahalle komşumuz olan Ahmet Abi sağolsun, bizi ( Erol Abi, Nurten Hanım, Şeyda, Deniz, ben, bir de aküler) arabasıyla istediğimiz her yere götürdü. Ahmet Abi’nin akrabası olan Şeref’in de yardımıyla bütün ihtiyaçlarımızı giderdik. Bu arada, Dikili’de akrabası ya da arkadaşı olan ve bize her türlü yardıma hazır olan öğretmen arkadaşlarımız, Yüksel ve Sidar’a teşekkür ederim.        Neyse, Bademli Balıkçı Barınağı’na dönüp, yeni aküleri takarken, Enes’ten telefon geldi ; “ Rüzgar çok şiddetlendi, çapa tarıyorum. Erol Abi’nin teknesine yapıştım. Hemen gelin.”
Yanıt; “ Aküleri takıyoruz başınızın çaresine bakın.”
Aküleri takana kadar hava iyice karardı. Karanlıkta Navionics'ten baka baka sığılıkları geçip, koy dışına çıkınca Enes'in dediği rüzgarı Full HD hissetmeye başladık. Kalem Adası-Ilıca arasındaki geçide gelince, Enes’in kuzey yakasında bir taş iskeleye aborda olduğunu görünce sevindik, içimiz rahatladı. Erol Abi’nin teknesini almak üzere Güney yakasına geçip, adaya yaklaşınca, birilerinin bu rüzgarda ve bu havada adada piknik yaptığını görüp çok şaşırdık. “Bizden daha tuhaf insanlar da varmış” diye düşünüp, içimi rahatlatacakken, bir de baksam bunlar bizimkilerin ta kendisi… Medine, Okyanus ve Doğaç... Ne olup bittiğini düşünecek fırsat yoktu. Erol Abi’nin teknesine aborda olup, hemen denize girip, yanlarına gittim. Önce Medine ile Okyanus Böcüğü’müzü dingiye (bot) bindirip, tekneye götürdük. Sonra da diğer eşyaları getirdik. Erol Abi kıyı halatını orada bıraktı ve karşıya geçip, yanyana aborda olunca olup bitenleri öğrendik; Eşyaları adaya çıkardıktan sonra, Merve'yle Enes balık tutmak için yelkenlide kalmış. Birden hava patlayınca da karaya kaçmaktan başka çaresi kalmamış.
     Sıkıntı bitti diye düşünürken, yine ağzımızdan daha “Ohh”un “O”su çıkmadan, yelkenlinin salmasının dibe sürttüğünü fark ettik. Hayde bir daha halat çek, çapa at derken saat gece 12’ye geldi. İşler bitip, oturur oturmaz, bütün Marineros tayfasında pür neşe, kakkiri kikkiri devam. Yaşadıklarımızdan korkmamış mıydık? Hem de nasıl…
Günün son sözü Sadun Boro’dan gelsin:
“Denizden korkmayan denizi sevemez.”















MARİNEROS SEYİR DEFTERİ 8
     13 Ağustos, Cumartesi. Hafta sonu tatiline çıktık. Halâ aynı yerdeyiz. Kalem Adası-Ilıca arasındaki geçitte taş iskeleye bağlandık kaldık. Kimse palamarlara ya da çapaya dokunmak bile istemiyor. Kullandığımız tek deniz aracı Enes'in dingisi.       Gece bağlandığımız iskelede, sabah 7’de kalkıp, nasıl bir yere gelmişiz diye bakmak için kafamı tekneden çıkarınca, birisiyle burunlarımız tokuştu. Kısa bir sen de kimsin, nereden çıktın bakışmasından sonra, adama nezaketen rastgele dedim.       Erol Abi ve Nurten Hanım bizden önce davranıp keşif gezisi yapmışlar. Meğerse bağlandığımız iskele 20 yıl önce inşaatı başlamış, son rötuşları yapılmak üzereyken sahibi ölmüş, ve öylece terk edilmiş, çok yıldızlı bir kaplıca oteliymiş. Demek ki bize kısmetmiş diyerek, havuz başına, palmiye ve zeytin ağaçlarının altına masalarımızı ve sandalyelerimizi kurarak, sallantısız, güzel bir kahvaltı keyfi yaptık. Ardından bu terk edilmiş tesisi kısa bir inceleme turu yapınca, taraça gibi bir yerde bir vana, kalın bir hortum, kurumuş bir sabun ve rüzgardan sağa sola saçılmış havlu ve şort gördük. Anlaşılan bekçisi bile burayı terk etmişti. Ya da üç harfliler götürmüştü. Bize ne? Bizi ilgilendiren ; iskele, ağaç gölgesi ve tatlı su. Tabi haliyle bu ortam bizim genç Marineros tayfasının ( Şeyda, Merve ve Doğaç) çok ilgisini çekmişti. Biz otoriter ana-babalar olarak binalara girmek, çevrede dolaşmak yasağı koyduğunuzda, onlar, hatta 2 yaşındaki en genç Marineros üyesi Okyanus Böcüğü’nüde suça ortak ederek, çoktan o işi bitirmişlerdi. Akşam yemeğinden sonra, onlara aynı yerleri fenerle gezme cezası verdim ama yemedi tabi...
      Cumartesi rüzgar yine sert olduğundan, teknelerle bir yere çıkamadık. Bayan marineros tayfası yürüyerek Bademli’ye gidip, erzak takviyesi yaparak, taksiyle geri döndüler. Ben dalma ve dipten sintine pompası gibi ganimetler çıkarma uğraşındayken, Enes’in acı acı “Erol Abiii ayağını çek, ayağını çek.” diye bağırdığını duydum. Erol Abi Enes'in neresine basıyor acaba diye merakla o yöne gittiğimde gördüğüm manzara: Enes dingisiyle Erol Abi’nin teknesinin burun altında. Erol Abi yanlışlıkla ırgatın ayak butonuna basıyor ve çapayla zincir Enes'in üstüne iniyor. Meğerse niyetleri dün geceki rüzgarda karşı tarafta bıraktıkları halatı almakmış. Bugünün tek aksiyonu bu. Herkes tahtaya vursun, belki yararı olur. Bir de Sahil Güvenlik Botu iki kere önümüzden geçti ama birşey olmadı. Sadece kötü kötü bakıştık.
      Ben yeni akülerimi dayanıklılık testi için işkenceden geçirirken, büyük bir balıkçı motoru iskelemize aborda oldu. Tankında 300 kilo balık varmış. Hemen kepçeyi kapıp, her çeşit balıktan (sarpa, melanur, kupez, sinarit, mercan, kefal) 5 kilo kadar balık yakaladık.
Akşam yemeğinde, Dikili’deki dostlarımız, Ahmet Abi ve Şeref aileleriyle gelerek bize katıldılar. Beş yıldızlı köşkümüzün bahçesinde, havuz başında, “garden party”...
Sonuç: Bu gün güzeldi. Marineros halkı mutlu....











MARİNEROS SEYİR DEFTERİ 9
     14 Ağustos, Pazar. Gece saat 1’de bile ailecek iskeleye balığa gelenler var. Semaver, rakı, bira her şey var da balık tutabilen yok. Bura insanı biraz garip, kimse kimseyi rahatsız etmiyor. Herkes de bir saygı, bir hoşgörü.... Arkadaş nerede yetiştiniz? Biraz bağırıp çağırıp, küfretsenize... Örneğin kahvaltıdan sonra, Deniz’le ılıcaya doğru yürüyüş yaparken, buranın yerlisi bir aileyle karşılaştık. Adam dere boyunda balık tutuyor, yerel giysiler içindeki kadın da çocuğuyla ilgileniyordu. Kocaeli’nden gelip, rüzgar yüzünden buraya sığındığımızı öğrenince, yanında yiyecek ve su getirmediğine çok üzüldü. Bizi yatmak için evine davet etti. Rahatımızın yerinde olduğu konusunda zor ikna ettik.      Öğleden sonra Erol Abi, Nurten Hanım, Şeyda, Doğaç, Deniz ve ben sıcak sulara gittik. Sıcak su kaynağına bir güzel yayılıp, iki nur topu gibi bel fıtığıma tatil keyfi yaptırırken, Merve’den telefon geldi. Üç harflilerin götürdüğünü sandığımız bekçi geri dönmüş. Bozuk atıp, çıkın diyormuş. Apar topar geri döndük. Enes avukat kılığına girip, ikna operasyonuna girişince adam bize masasını bile verdi. Geçici iskan iznimizi aldıktan sonra, yine havuz başında akşam keyfi ile Pazar günü noktaladık.
Pazartesi günü bir grubumuz banka işleri ve alışveriş için Dikili’ye, bir grubumuz da sıcak sulara gitti. Benim ise bütün gün tekne miskinliğinden başka yaptığım tek iş, bir ara dalıp bir levrek vurmaktı. Akşamüstü Enes fazla sakinlikten sıkılmış olacak ki ; kendine bir atraksiyon yarattı. Çapasını çekti, tekrar attı. Kuzeydoğu yönüne ikinci bir çapa attı. Karadan iki koltuk halatı aldı. Yetmedi bir de Erol Abi’nin teknesine bağlandı. Bu kadar dinginlik yaramıyor, bozdu bizi. Bari yarın tebdil-i mekan yapalım diye karar verdik.
 






MARİNEROS SEYİR DEFTERİ 10
     16 Ağustos, Salı. Seyir zamanı. Posseidon ve Windguru eh işte diyor. Motorlar çalıştırıldı ama yola çıkılamadı. Çünkü, Sahil Güvenli'ğin değiştir dediği bayraklar değişmemiş, Enes sintinenin hortumunu takmammış… İki günde nasıl miskinleşmişiz. Neyse sonuçta açılmayı başardık. Kalem Adası’nın güney burnundan dönerek, buranın Maldivleri denilen, Garip Ada ile Kalem Adası arasındaki geçide girip çapaladık. Gerçekten dip manzarası harikaydı. Ancak Maldivlerin suyu oldukça soğuk olduğu için, Türkiye’ye dönme kararı verdik. Rotamız Altınova. Bu geçidin kuzey tarafında derinlik 1 metreye kadar düştüğü için, Enes’le ben Garip Ada’nın güneyinden dolanıp, rota tutmaya, Erol Abi de kuzey geçidinden çıkmaya karar verdi. Rüzgar 20 knot falan ama dalgalar çok dişliydi. Art arda kafadan yediğim bir kaç dalga, baş üstünde duran yedek çapamın halatlarının tümünü denize attı. Çapa vardevelaya takıldığı için kurtardık. Kamarada da eşyalar alt üst olup, bir kaç bardak kırılınca, Posseidon’la daha fazla didişmenin anlamı olmayacağını düşünüp, geri döndüm. Kuzey geçidinden çıktım. Üç tekne ayrı rotalardaydık. Telsiz, telefon trafiğinden sonra tekrar buluşup, Kalem Adası’nın batısına geçtik. Önceki kaldığımız malikanenin sahibi, rahmetli Ali Bey, 20 yıl önce bizi düşünüp, buraya da bir beş yıldızlı daha yapıp bırakmış. Uğrayıp, bir gece kalmazsak ayıp olurdu. Bizim Marineros keçileri de durur mu? Hemen tırmanışa geçtiler. Biz de mangal yapalım dedik ama malzeme yok, yerleşim olmayan bir adadayız. Ama bizim alışveriş ekibi öyle güçlü ki, böyle bir adada bile alışveriş yaptılar ya… Ben pes dedim. Önceki alışverişlerde bir taksiciyle bağlantı kurulmuş, telefonda siparişler verildi. Yarım saat içinde taksici karşı yakada, ana karada. Söz konusu malzeme ve likit olunca dinginin motoru hemen çalıştı tabi. Bayanların alışveriş merakı bazen çok işe yarayabiliyormuş. Posseidon’a inat bir gece parlattık.
 






MARİNEROS SEYİR DEFTERİ 11
     17 Ağustos, Çarşamba . Karar kesin. Bu kez gidilecek. Ama nereye gidilecek bir tek onu kimse bilmiyor. Rota kuzey. Yani dönüş. Poyraza karşı Ege’yi tırmanacağız. Posseidon’un sabah uykusunun çok derin olduğunu iyice öğrenmiş olduğumuz için, saat 1’e kadar Ayvalık civarı bir yere varmayı planladık. Sabah iskele üstü kahvesinden sonra, dün akşam çapalarımızın üstüne yerleşen charter guleti kaptanının yüksek izniyle avara olduk. Ne poyraz var, ne imbat var, ne de Sahil Güvenlik. Her şey bu kadar sakin olamaz. Yoksa deprem mi olacak, ne bu?... Sakinlikten korka korka Altınova’ya kadar geldik. Med-Ocean’nın salması 1,5 metre olduğu için, Erol Abi’yle ben mendirek içine girip derinlik kontrolü yaptık. Enes'in girebileceği derinlik olmayınca, Erol Abi’ler orada kalıp yazlıklarına geçme, biz de Ayvalık, Paşa Koyu’na girme kararı verdik. Ev lüksüne kavuşan “Şeyda” teknesi mürettabatı, akşam üzeri karadan arabalarıyla yanımıza geldi. Bayanları, gençleri ve bütün kirli çamaşırlarımızı bol miktarda buzla takas ettik. Enes'le ben teknelerde kaldık. Akşam bir sakinlik, bir dinginlik... Böylece biz temize çıkmış olduk; demek ki Posseidon’un kızdığı biz değilmişiz. Sanat müziği eşliğinde bir akşam keyfinin ardından, Enes’in Ayvalık'ta yaşayan Teyzesi ve bir arkadaşı tekneye ziyarete geldiler.
     Erol Abi ve Nurten Hanım sayesinde bütün evsel ihtiyaçlar giderildi ve herkes rahat bir gece geçirdi.






MARİNEROS SEYİR DEFTERİ 12
Dostlara ve denize geçici bir veda:
      18 Ağustos, Perşembe. Kaçak tayfalar, Altınova civarındaki AVM’leri talan edip, turizmi canlandırdıktan sonra, tekneye döndüler. Bol buz ve likitlerin susturucu özelliğini çoktan keşfetmişlerdi zaten. Poyraz Adası’nda bir koya gitmek üzere, Çamlık Koyu’ndan ayrıldık. Erol Abi’ler de tekneleriyle Altınova’dan çıkıp bulunduğumuz yere geleceklerdi. Ada’ya vardık ve güzel bir koya demirledik. Ancak, Doğaç Şeyda’ya Whatsapp’tan konum atınca, geldiğimiz Ada’nın Poyraz Adası değil, Kara Adası olduğu ortaya çıktı. Çünkü fazla haritaya bakmadan göz hizasıyla gelmiştim. Çaktırmamaya çalıştım ama kimse yemedi tabi. Olsun yanlışlıkla da olsa mükemmel bir koy buldum diye avundum. Amerika kıtası bile yanlışlıkla bulunmuş, benimkinin lafı mı olur?... Tek farkı bizden önce gelenler vardı. Sağımızda göbek havası, solumuzda disko müzik. Yani tur tekneleri. Keyfimiz kaçtı mı? Hayır. Enes bir kaç balık vurdu. En büyüğü poşeti yırtıp firar etti. Diğer Marineros mürettebatının tamamı hamurla balık tutma yarışına girdi.
      Akşam üzerine doğru, gece bu koyda alargada kalmanın çok güvenli olmayacağına karar verip, Gümüş Koy’una geçtik. İyi ki gelmişiz diyerek, çapaları atıp, aborda olduk. Yedek çapalarımızı da kıçtan atarak kendimizi güvüne aldık. Dolunay eşliğinde harika bir akşam yemeğinin ardından, Posseidon bu kadar keyif fazla diyerek, rüzgarını döndürüp öyle bir tepemize bindi ki, küçücük koyda teknelerde her şey allak bullak oldu. Rügar üstünde kalan tek çapa Erol Abi’nin yedek çapasıydı. O da tarayıp, hepimiz sığlığa düşmeye başlayınca, ay ışığında romantik bir şekilde çapalarımızı topladık. Herkes ayrı noktalara çift çapa atarak alargada kaldık. Rüzgar sabah 03’e kadar devam etti. Haliyle birinci kaptanlar uyumuyordu. Ama şebeke Yunan tarafını çektiğinden, internet ya da telefon bağlantımız yoktu. Silyonlarımızı yakıp, kendimizi ve birbirinizi kolluyorduk. Fakat benim çakar hep gözüme çaktığı için, kızıp direğinle kavga ettim, o da bana kızıp tümden söndü. Hava saat 03’e doğru kalınca uyuduk. Sabah 07:30’da herkes uyanmıştı. Hüzünlü ama geçici bir vedanın ardından Erol Abi’ler Ayvalık'a, biz de Burhaniye’ye gitmek üzere ayrıldık. Posseidon bu defa “Gitmeyin, biraz daha kalın, iyi eğleniyorduk.” der gibi kafadan dalgalarını gönderiyordu. 4 saatte Burhaniye’ye varıp, Belediye Marinası’na bağlandık. Tekneleri burada bırakıp, otobüsle dönüyoruz. İzin bitti. Bayram tatilinde geri gelip seyre devam...

 

MARİNEROS SEYİR DEFTERİ 13
      9 Eylül, Cuma. Sabah okula gidip, on bardak çay içerek ve bir sürü geyiğin belini kırarak yaptığımız başarılı bir seminer çalışmasından sonra, Enes, Medine ve kızları Okyanus böcüğüyle benim arabaya doluşup, Burhaniye’yenin yolunu tuttuk. Burhaniye’ye gelince, oraya tayini çıkan ve yerleşen, bizim en neşeli, en gurme, en meze üstadı, marineros tayfası Tarık’la buluştuk. Tarık'ın demesine göre bir hafta boyunca buralarda yaprak kıpırdamıyormuş. Biz Balıkesir il sınırlarına girince, deli poyraz… Bu seyir günlüğünü başka biri yazsa, yok artık der, inanmazdım. Kendim yaşıyorum ama yine aynı şeyi söylüyorum. Bence bilim adamları bir ekip kurup, bu Posseidon’la aramızdaki ilişkinin nedenselliğini bilimsel olarak araştırmalılar. İskeleye kurduğumuz sandalyeler uçuyor. Arkadaş bu nedir ya? Nasıl haber alıyorsun geldiğimizi? Neyse biraz da işin güzel tarafından bakalım.
      19 Ağustos’ta sarıp, sarmalayıp, öpüp okşayarak terk ettiğimiz sevgililerimizi Burhaniye Marina’ya terk ettikten sonra, bu akşam ilk kavuşma anı… Ama o ne? Biz yeşilçamvari bir kavuşma anı bekliyorken, bu şıllıkların umurunda bile değil. Palamar gerdirme oyunu oynuyorlar. Hiç oralı olmadım. Gittim başka teknelerle ilgilendim. Hatta elalemin teknesine laf attım. Ama sonunda yine ben pes ettim ve gidip tentesini açıp, dümenini sevip, kucaklaştım. Marşa bastım. Bir tıkta çalıştı. Meğerse O da özlemiş beni ama belli etmiyor. Biraz da küsmüş belli ki. Sonra Tarık’la Yasemin ve küçük kızları Ada’yla ziyaretimize geldiler. Rüzgardan uçmasın diye tabak ve bardaklarımızı tuta tuta ve Posseidon’a inat çok keyifli bir gece geçirdik. Yarın sabah bakalım kim kimi uyandıracak....



MARİNEROS SEYİR DEFTERİ 14 


     10 Eylül, Cumartesi. Sabah kalktık, hava biraz sakin, ama biz daha sakin. Çünkü biliyoruz ki, bu sakinlik bile en geç Pazartesi bitecek. Yani bütün hava raporlarına göre, Babakale Burnu’nu dönmek, Çanakkale Boğazı'nı geçmek, Marmara’yı aşmak ve Darıca'ya ulaşmak imkansız. 30 knotu bulan havaya kafa atmanın bir anlamı yok yani. Ee durum bu iken ve Tarık’la Yasemin’in harika bir ev kahvaltısı teklifi varken, biz ne yapabilirdik ki… Teknelerde bir sabah kahvesinden sonra, arabaya doluşup, yola çıktık. Ancak öyle şıp diye Tarık’lara ulaşamadık. Neden?.. Çünkü yolumuzun üzerinde bir AVM varmış. Kaçar mı? Hemen girdik tabi ki. Bayan marineros tayfası fırdönerken, ben de AVM’lerin en sevdiğim bölgeleri olan, lavobalarını denetliyordum. Neyse sonuçta yine bir AVM’nin ilk müşterisi biz olamamızın üzüntüsüyle Tarık'lara ulaştık. Yeni taşınmışalar, perdeler yerde, evde bir usta çalışıyor, kimin umurunda. Bizim gözümüz kahvaltı masasında. Kuş sütü eksik ama ayıp olmasın diye bir şey demedim tabi.
      Marinaya dönerken haliyle yine aynı AVM’nin önünden geçmek zorunda kaldık. Sonuç belli, değişmiyor tabi ki. Enes oyun yerinde Okyanus’u oyalıyor, ben Dikili’den alıp, hemen kaybettiğim şarz cihazının benzerini arıyorum, bayan marineros tayfası da mutlu ve mesut…
      Sonunda marinaya dönmeyi başardık. Ancak bunca alışverişten sonra, her nedense, mazot almayı unutmuşuz. Yüz poşet alışveriş şeysini teknelere yükledikten sonra Enes'le mazot alıp, yola çıkmayı başardık. Seyir nasıl geçti? Bu konuda artık ben bir şey demiyorum. Hay ben bu Posseidon’nun da, Windguru’nun da... diyorum. Sonuçta Küçükkuyu’ya geldik işte. On tekne aralıklarla bağlandık…Ama ne gam… Tek söyleyeceğim, midye, karides ve dostlarla sohbet. İlerleyen saatlerde de, Tarık'ların karadan gelip bize katılması ile Küçükkuyu alem gördü. Yasemin tekneye binme konusunda bir ekol yarattı. Küpeşteye basıp, dizlerini döşeğe koyup, havuzluğa geçişi bir harikaydı… Tekneye de böyle binilir arkadaş…






MARİNEROS SEYİR DEFTERİ 15
     11 Eylül, Pazar. Yarından sonra, Cuma gününe kadar Posseidon 6-7 bafor hava veriyor. Paralelci Windguru da sağnaklarla 30 knotu bulur diyerek, onunla iş birliği yapmış. Biz ne yapalım?
      Küçükkuyu Marina’da teknede kahvaltı keyfi yaparken, Sahil Güvenlik karadan gelip, dün bizden sonra yanaşan bir motor yatı bastı. Adamlardan ikisini götürdüler, diğer ikisini bıraktılar. Çay keyfi yaparken ayağımıza gelmiş mini macera, seyretmez miyiz? Sonra da marina dedikodularına başlamaz mıyız? Bademli’de içinde beş kişi bulunan bir tekneye çarpmış, üç kişi ölmüş ve bunlar  kaçmışlar.  Hadi o neyse de, sonra niye gelip Sahil Güvenli'ğin önüne bağlanıyorsun arkadaş. Bazen kızsak da bizim Sahil Güvenlik iyi ki var diyoruz.
     Küçükkuyu Marina’da geçen yıldan bu yana fazla bir değişiklik yok. Yalnızca Sahil Güvenli'ğin denizden salkım salkım toplayıp getirdiği kaçak göçmenlerin rengi değişmiş. Yıllarca kaç-yakalan, kaç-yakalan yaptıkları için güneşten bu kadar yanmış olamazlar. Bunlar bildiğin zenci. Afrika’dan gelip, buradan kaçmaya çalışıyorlarsa, bir bildikleri var elbet demek de zor. Çünkü bilseler yakalanmazlardı. Demek ki bu işte başka bir iş var. Neyse kimsenin günahını almadan bu konuyu kapatsak iyi olacak.
      Bütün hava raporlarını kırk kere inceleyip, yüz kere Enes’le tartıştıktan sonra ikimiz ortak bir noktada buluşamayınca, Kaptaniçe Deniz, Burhaniye’ye geri dönme kararı verdi. Marina içi mini maceralardan sonra palamarları çözdük. Zaten yol boyunca da hiç bir maceramsı olay olmadı. Posseidon’la fazla yüzgöz olmamaya karar verince üzüldü tabi. Bize seyir boyunca palpa liman bir deniz sundu. Ama numarayı yemedik tabi ki. Ne yaptık peki? Hemen anında yeni bir durum güncellemesi… Ayvalık'tan Erol Abi, Nurten Hanım ve kızları feminist Kaptaniçe Şeyda, Edremit’ten Tarık, Yasemin ve kızları deniz kurdu Ada, yani Marineros tayfasının yarısı Burhaniye’de buluşmak üzere örgütlendi. Bu arada yeri gelmişken, bu seyir bütün kış altı tekneyle planlandı. Yani Marineros ekibinin yarısı çeşitli nedenlerden dolayı seyrimize katılamadılar. “Infinity” teknesiyle Hadi Abi, “Karul” teknesiyle Halit Abi, “Derviş” teknesiyle Metin, hepimizden hepinize kucak dolusu selamlar... Biz, yani Marineros ailenin yarısı, Burhaniye Marina’da buluştuk. Bayan tayfası yine alışverişe kaçtı. Biz de ( Erol Abi, Enes ve ben) kaptanıyla tanıştığımız yelkenli bir trawlerın içini gezip, inceleyip, bir saat tekne kritiği yaptıktan sonra tekrar toplandık. Bir ara rüzgar sıfıra yakınken, hava raporları da biraz yumuşadı mı ne derken, Posseidon poyrazıyla lafı ağzımıza tepti. Pek oralı olmadık. Bari mangal filan yapalım dedik, poyraz abarttı. Yahu arkadaş nasıl duyuyor? Dinleme cihazı mı var? Aramıza nasıl sızmış? İlla olağanüstü hal mi ilan edelim? Kanun hükmünde kararname mi çıkartalım? Neyse biz yine de fazla yüzgöz olmadık. Mangaldan vazgeçip, efendi efendi lahmacun siparişi verdik. Zaten de marina içinde mangal yapmak yasaktı. Mındardı yani. Ve bütün gece Posseidon’a inat kakara-kikiri eğlendik. En çok da buna sinir oluyor sanırım. Çatlasın…
Yarın ne yapacağız? Hiç konuşmadık. Hiç birimiz bilmiyoruz. Zaten de artık oturup kanun hükmünde kararlar almanın bir anlamı kalmadı. Çok demode oldu...



















MARİNEROS SEYİR DEFTERİ 16
Sezon Finali:
      12 Eylül, Pazartesi. Bütün gece poyraz devam etti. Enes gece kalkıp, bir türlü susmayan bir ağustos böceğiyle kavga etmeye başladı. Posseidon’a laf söyleyemiyor, gitmiş, rüzgardan bir kuytuya sığınmış, şuncacık bir böcekle dalaşıyor. Neyse buldu, kovaladı da, büyük bir dertten kurtulduk. Çok kahraman bir arkadaşım var yaa...
      Sabaha doğru bir saatte rüzgar sağnakları artınca kalkıp, tonozu ve iskele palamarlarını gerdirmek zorunda kaldım. Sabah kahvaltıdan sonra, beklenen ve Burhaniye’ye geri kaçış sebebimiz olan poyraz iyice bastırdı. Yine de öğleden sonra rüzgar altı bir plaja gider yüzeriz dedik. Demez olaydık… Hem rüzgar daha da bindirdi, hem de bu kez tepemizde kara bulutlar… Yüzelim dedik ya..
Öğleden sonra Tarık’la Yasemin ziyaretimize geldiler. Marinanın tel örgüleri içinde, kaçak göçmen triplerine girmişken, onların gelişiyle durum görüş günü havasına döndü. Meğerse bizi kurtarmaya gelmişler. Tünel kazıp kaçmadık tabi. Arabalara doluşup, onların evine gittik. Ama tabi yine aynı AVM’ye uğradık. Ancak bu kez iki ilginç durum vardı. Birincisi alışveriş yapmak isteyen Enes'le Tarık’tı. Ama ikincisi çok daha önemli. Hatta çağın keşfini yaptım. Bu bayanlar saç baş, kılık kıyafet uygun olmayınca arabadan bile çıkamıyorlar. Hah haa, bir dahaki seyirlerde öyle duş alınacak, çamaşır yıkanabilecek marinalara kim girer acaba?...
Neyse, Tarık ve Yasemin yine bir kuş sütsüz akşam yemeğiyle bizi ağırladılar. Sofrada Tarık’ın aşçılığı konuşuyordu. Bize de susmak düşer tabi. Yani yemeklere yumulduk. Ama hiç hak yememek lazım. Seyir boyunca Nurten Hanım'ın, Medine'nin de ellerine sağlık. En çok da eşim Deniz’in ( Biraz yalakalık da lazım. Evde aşçı O)
Sonuç: Yaşadık, paylaştık, yazdık, okudunuz. Bize yardımı ve katkısı olan, yazdıklarımızı okuyan ve yanımızda olmasalar da gönül desteği veren bütün dostlara candan, gönülden teşekkürler. Hava raporları izinli günlerimiz süresi içerisinde Darıca'ya dönme olanağı vermediği için, yarın sabah karadan dönüyoruz. Erol Abi ve ben teknelerimizi kara nakliyatıyla Darıca'ya getireceğiz. Ancak Enes'in öyle bir şansı yok. Bir süre daha Burhaniye Marina’da kalacak. Onu da ilk hava ve izin fırsatında denizden getireceğiz. O zamana kadar kimse Posseidon’un adını ağzına almasın. Hoşçakalın…








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder